
Şu anda Corsairs Legacy korsan hayatı simülasyon oyununun geliştirilme süreci sırasında Mauris stüdyosu tarafından hazırlanan bir materyali okuyorsunuz. Bu materyalin amacı genel olarak deniz temasını ve özel olarak da korsan oyunlarını popülerleştirmektir. Proje haberlerini web sitemizden, YouTube kanalımızdan ve Telegram hesabımızdan takip edebilirsiniz.
Bu yazıda Kirill Nazarenko, Black Sails dizisinin ilk sezonunu analiz ediyor.
Dürüst olmam gerekirse genel olarak dizilerin büyük hayranı değilim ama Black Sails’i izlerim. Dizi daha ilk dakikalardan itibaren özellikle atmosferiyle oldukça iyi bir izlenim bırakıyor. Yazarlar baştan açıkça olayların 1715 yılında geçtiğini ve bunun Stevenson’ın “Define Adası” ile hangi bölümler üzerinden bağlantılı olduğunu yeterince net biçimde gösteriyor.
Bir bakıma bu, “Define Adası”na bir ön hikâye (prequel). Kaptan Flint burada tamamen beklenmedik bir karakter olarak karşımıza çıkıyor: oldukça romantik, yer yer gösterişli ama inanılmaz derecede “dayanıklı” bir figür – neredeyse her bölümde öldürülüyor ama bir türlü gerçekten ölmüyor.

“Black Sails” dizisi: John Silver
“Black Sails” aynı zamanda ana karakterlerden biri olan John Silver’ın gençliğinin hikâyesi. Silver oldukça geveze ve biraz da korkak; ancak sezon boyunca onun “Define Adası”ndaki Uzun John Silver’a nasıl dönüştüğünü izliyoruz. Elbette “Black Sails” aynı zamanda daha sonra ıssız bir adaya gömülecek olan hazineyi bulma hikâyesini ve bu hazineyi arayan Jim Hawkins, Dr. Livesey, Squire Trelawney ve “namuslu” tayfanın geri kalanını da hazırlıyor.

“Black Sails” dizisi: Kraliyet Donanması’na ait “Scarborough” gemisi
“Black Sails” dizisinin kendisinden söz edecek olursak, gemilerin oldukça gerçekçi göründüğünü söylemek gerekir. Yelken donanımı ve arma 18. yüzyılın ilk on yılına gayet iyi uyuyor. Her zamanki gibi gemiler biraz fazla büyük, ama bu sinemada alışılmış bir şey: büyük gemi, kameranın hareketi ve top atışları için daha fazla alan demek.
İlk bölümün ilk dakikalarında, Flint’in hücum ettiği gemi son derece iyi görünüyor: plastik değil, gerçekten ahşap hissi veriyor, üzerinde gezen insanlara göre ölçekli ve genel olarak ahşap bir yelkenli geminin donanımı oldukça başarılı gösterilmiş.

“Black Sails” dizisi: karakterlerin kostümleri
Genel olarak Black Sails’teki kostümler de oldukça başarılı. Özellikle efendilerin kıyafetleri – uzun kaftanlar ve üç köşeli şapka – ile sıradan denizcilerin kıyafetleri arasındaki fark net biçimde gösteriliyor. Uzun etekli kaftan, 17. yüzyılın 1670’lerinde XIV. Louis döneminde modaya girmiş; biraz daha kısa bir yelek, dantel yakalı gömlek, peruk, üç köşeli şapka, kısa culotte pantolonlar, çoraplar ve ayakkabılarla birlikte giyiliyordu.
Bu kıyafet, herhangi bir fiziksel iş için kesinlikle uygun değildi. Zaten amacı da buydu: bu kıyafet, sahibinin elleriyle çalışmadığını, soylu ve varlıklı olduğunu gösteriyordu. Buna karşılık denizcilerin kıyafeti, günümüz ölçülerine göre kısa sayılabilecek ama culotte değil gerçek pantolonlar, basit ceketler, gömlekler ve bir tür şapkadan oluşuyordu. Tüm karakterlerin kirli ve terli olması da son derece gerçekçi, çünkü gemide doğru düzgün yıkanacak yer yoktu.

“Black Sails” dizisi: Kaptan James Flint
Buna karşılık pek hoş olmayan bir ayrıntı, karakterlerin çoğunun sakallı olması. Üstelik bunlar Hemingway tarzı kısa sakallar: çeneyi ve yanakları kaplıyor ama çok uzun değil. Oysa 17. yüzyılın sonunda Avrupa’da sakal ve bıyık modası tamamen yok olmuştu. Modayı rasyonel olarak açıklamak mümkün değildir; ama herkes, neyin “olur” neyin “olmaz” olduğuna dair sezgiye sahiptir. 18. yüzyılda, “kültürlü” çevrelerde sakal taşımak tam bir barbarlık işaretiydi.

“Black Sails” dizisi: Edward Teach (Kara Sakal)
Elbette sakal bırakanlar da vardı. En meşhur örnek, Edward Teach – Kara Sakal’dır. O özellikle korkutmak için sakal bırakıyordu. Lev Tolstoy tarzı büyük bir sakal, yaşlı bir ihtiyar değilse insanlarda dehşet uyandırabilirdi.
Fransa’da da alayıcılar (ya da “sapper”lar) arasında sakal bırakma geleneği vardı. Bunlar her piyade alayında deri önlük ve balta taşıyan birkaç kişiydi. Teoride görevleri, ya ormanda yol açmak ya da düşman engellerini kesmekti. Fransız sapper’ların sakalları özellikle düşmanı korkutmak, kendilerinin “vahşi ve durdurulamaz” olduğunu göstermek için bırakılıyordu.
Bıyık bile belirli bir “vahşilik” işareti sayılıyordu. Örneğin, orduda yalnızca grenadyerler ve hafif süvari (hussar’lar) bıyık bırakabiliyordu; bunlar deli cesaretli, gözü kara adamlar olarak kabul ediliyordu. Diğer bütün erler ve subaylar bıyık ve sakallarını tıraş etmek zorundaydı.
Piratlar için “vahşi, dizginlenmemiş insanlar” diyerek bir gerekçe uydurmak mümkün. Ama sonuçta onlar da Avrupa toplumunun insanlarıydı ve modayı takip ediyorlardı. Üç-beş günlük sakal ya da hafif bir kirli sakal elbette mümkündü; çünkü o dönemde insanlar her gün tıraş olmuyordu. Emniyetli jiletler yoktu, usturayla kendini tıraş etmek zordu. Genellikle berber tıraş ederdi ve tabii ki bunun için para alırdı, bu yüzden erkekler genellikle haftada bir tıraş olurdu. Orduda haftada iki tıraş zorunluydu, ama yine de birkaç günlük sakal kalması normaldi.
Buna karşılık, “Black Sails”in ilk dakikalarındaki aşçı karakterinin sakalı ya da korsanların saldırdığı ticaret gemisinin kaptanının sakalı o çağın modasıyla tamamen bağdaşmaz. Flint’in sakalı bile tarihsel açıdan pek inandırıcı değil.

“Black Sails” dizisi: siyah bir karakter
Ayrıca çerçevede sık sık siyahi karakterlerin görünmesi de dikkat çekiyor. Elbette bu, günümüzün temsil ve çeşitlilik anlayışıyla ilgili. Ama tarihsel açıdan konuşursak, Karayip korsanları arasında neredeyse hiç siyahi yoktu.
Karayipler’de Afrika kökenli köleler 17. yüzyıldan itibaren vardı, ama önyargılar çok güçlüydü ve köleler, korsanlar da dahil olmak üzere, insanlar olarak bile görülmüyordu. Teoride siyahi birinin korsan tayfasına katılması mümkün olsa da bu son derece nadir olurdu ve o kişinin rolü muhtemelen tam teşekküllü bir korsandan ziyade uşak ya da yardımcı konumunda kalırdı.
Arab görünümlü, sarıklı karakterler ise Karayipler bağlamında daha da az olasıdır. Akdeniz’de, evet – Kuzey Afrika kıyıları (bugünkü Cezayir, Fas, Tunus) korsan yuvasıydı, orada Müslüman, sarıklı korsanlar görmek son derece normaldi. Ama Karayipler’de bu çok gerçekçi değildir. Gemiyi vampir çığlıkları atan, canavar vari tiplerin basması ise tamamen senaristlerin hayal gücüne kalmış bir unsur.
Şimdi doğrudan aborda sahnesine bakalım. Silver ile aşçı arasındaki tartışma sahnesini atlayalım. Bu arada Silver’ın kıyafeti çok şık – 18. yüzyıl başlarında iyi kazanan genç bir denizci için oldukça uygun. Gelelim asıl aborda anına.

“Black Sails” dizisi: aborda sahnesinden bir an
“Black Sails”teki aborda sahnesi türün tüm klişelerine uygun çekilmiş: direkler devriliyor, insanlar havada uçuşuyor, her yerde patlamalar. Ben 18. yüzyıl bir deniz savaşına bizzat katılmadım ve kendi gözlerimle görmedim elbette, ama şunu tahmin edebilirim ki, bir kıymık, bir mermi ya da bir gülle ile vurulan insan çok daha “çirkin” bir şekilde ölür – havada takla atarak, estetik atlayışlar yaparak değil. Gerçekte her şey çok daha hızlı ve kasvetli olur. Dizide ise aborda kısa sürede gemi içinde geçen adeta bir “kale savaşı”na dönüşüyor.
Kaptan ve tayfası bir odaya sıkışıyor, dışarıya açılan dar mazgallar var, içeriyi dolduran beyaz bir sis gerilim yaratıyor ve sonunda korsanlar kapıyı patlatıp içeri dalıyor. Oysa unutmamak gerekir ki aborda’nın amacı düşman gemisini ele geçirmekti.
Bir gemiyi ele geçirmek demek, öncelikle “motoru” ele geçirmek demektir. Motoru ve sevk sistemini kontrol eden taraf, gemiyi nereye isterse götürebilir. Eğer düşman tayfası, gemiyi sevk ve idare edemeyecekleri bir yere kapatılırsa, yiyecek ve su bitene kadar orada oturup sonunda teslim olabilirler. Buharlı bir gemide motor alttadır; ancak yelkenli bir geminin “motoru”, yukarıdaki direkler ve yelkenlerdir. Dolayısıyla düşman tayfasının alt güvertelere sürülmesi genellikle direnişin sonu anlamına gelirdi.
Teorik olarak cephanelik patlatılabilirdi, ama bu umutsuzluğun son adımıydı. Herkes, cephaneliği patlatan kişinin de öleceğinin farkındaydı. Üstelik 18. yüzyılda intihar, ağır bir günah olarak görülüyordu. İnsanlar – kötü ya da ahlaksız olsalar bile – intihar edenin tövbe etmeye zamanı olmadığı için günahının affedilemeyeceğini biliyorlardı.

“Black Sails” dizisi: geminin patlaması
18. yüzyıl Rus donanma tarihinde mürettebatın kendi gemisini havaya uçurduğu yalnızca birkaç örnek biliyoruz. 1738 yılında, Kaptan Pierre de Fermery dubel botunu havaya uçurdu. İkinci örnek, 1768–1774 Rus-Türk savaşında Teğmen Osten Saken’in yine dubel botunu patlatmasıdır. Her iki durumda da savaş, Türklere karşı yürütülüyordu ve onlara karşı savaş, adeta “normal savaş kurallarının dışında” görülen bir şeydi. Ayrıca bu olaylar, 18. yüzyılda propaganda malzemesi olarak yaygınlaştırılmadı; ancak 19. yüzyıl sonu – 20. yüzyıl başında efsaneleştiler. 18. yüzyılda böyle bir eylem tam anlamıyla delilik olarak görülüyordu.
Dolayısıyla “Black Sails”teki aborda sahnesine geri dönecek olursak, alt güvertelere sıkıştırılmış, yenilmiş bir tayfanın cephaneliği havaya uçurma ihtimali son derece düşüktür. Üst güverteyi ele geçiren taraf, geminin kontrolünü de ele geçirmiş olur ve pratikte aborda üst güvertede başlar ve biterdi, alt güvertede değil.
Gerçekçi olan, kaptan ve tayfasının örneğin baş kasara ya da kıç kasarasına sıkıştırılması ve son direnişin orada gerçekleşmesidir. Ama o zaman film yapımcıları kapıların varillerle havaya uçurulduğu, mazgallardan süzülen ışığın toz ve dumanla birleştiği “görsel olarak etkileyici” sahneleri çekemezdi.
Ayrıca gerçek bir yelkenli gemide kimse aklı başında bir şekilde barut fıçısıyla kapı patlatmaya kalkışmazdı; bu yangına davetiye çıkarırdı. “Black Sails”te çok daha doğal olan çözüm, kapının baltalarla kırılması olurdu. 18. yüzyılda kale ve şehir kuşatmalarında bile kapılar sık sık baltalarla parçalanırdı. Ben de kocaman, kaslı bir korsanın bir vuruşta kapıyı paramparça ettiği bir sahneyi rahatlıkla hayal edebilirim.

“Black Sails” dizisi: Kaptan Flint
Şimdi Flint’in rakibiyle güvertedeki düellosuna geçelim. Savaşın geçtiği bölge, güvertede ortadaki çökük alan, yani “waist” kısmı. “Black Sails”te bu bölüm adeta seyircili bir arenaya dönüştürülmüş; ortada iki kişi dövüşürken çevredeki tayfa onları izliyor.
Gerçekte “waist” kısmı oldukça kalabalık ve dağınık olurdu: burada geminin ana filikası, başka küçük kayıklar ve yedek seren ve direkler depolanırdı. Tüm bunlar ciddi yer kaplardı. Toplar konvoy pozisyonuna çekildiğinde, arabalarının arka kısımları neredeyse bu yığınlara dayanıyordu.
Bu kalabalığı aşmak zor olmasın diye, baş kasara (forecastle) ve kıç üstü (quarterdeck) seviyesinde yanlardan geçen dar geçitler (gangway) yapılırdı. Denizciler, tıpkı dizideki gibi, bu geçitlerden yürüyerek baştan kıça giderdi. Yapımcılar bu teknik alanı görsel olarak etkileyici bir “amfi tiyatroya” dönüştürmüş.
Bir başka ayrıntı: Flint’in rakibinin kel kafasını açıkta göstermesi. 18. yüzyılda pek çok erkek hijyen nedeniyle kafasını traş edip peruk takıyordu.
Peruklar ateş üzerinde “kavrularak” parazitlerden arındırılabiliyor, gerekiyorsa atılabiliyor ya da yakılabiliyordu. Tıraşlı kafa temiz tutmak açısından çok daha kolaydı.
Buna rağmen çıplak, tıraşlı kafayı halka açık biçimde göstermek hoş karşılanmıyordu. Bu hemen hemen çıplak kalçayı göstermek kadar kabul edilemezdi. Bu yüzden, peruk takmayan ve kafasını traş eden kişiler başlarına her zaman bir başlık, şapka ya da en azından bir örtü takarlardı. Korsanların başlarına bağladığı başörtüsü alışkanlığı da buradan gelir – kel kafanın mutlaka örtülmesi gerekiyordu. Zengin olmayan korsanlar için peruk pahalı olduğundan, başlarına bir bez bağlamaları çok doğaldı. Bu yüzden ben Flint’in rakibinin başında da bir örtü görmeyi tercih ederdim. Öte yandan, onun sakalsız ve bıyıksız olması, 18. yüzyıl modasıyla gayet uyumlu.

“Black Sails” dizisi: Kaptan Flint’in dizideki görünümü
Flint’in kendisi de “Black Sails”te dönemin ideallerine tam uymuyor. Saçına bakmak bile yeter: saçları kısa.
18. yüzyılda bir erkek kendi saçını kullanıyorsa, o saç en az omuzlarına kadar uzun olurdu. Rahatsız olduğunda da bir at kuyruğu ya da örgü yapardı. Flint’in de daha uzun saçları ve ensede bir kuyruk ya da örgüsü olması gerekirdi; ama yapımcılar böyle bir tercih yapmamış. Düello sahnesinin birinde, turbandı, doğulu görünümlü birkaç adamın geçitlerde oturup dövüşü izlediğini de açıkça görüyoruz – bu da Karayipler için hayli tartışmalı bir detay.
Bir diğer tuhaf ayrıntı da göğüste çapraz duran geniş deri kayışlar. 18. yüzyılda bu tür kayışlar esasen fişeklik taşımak için kullanılırdı. Bazı bölgelerde kılıç ve pala da omuzdan asılabiliyordu, ama bu daha çok Doğu Avrupa geleneğiydi. Batı Avrupa’da ise kılıç ve pala için genellikle bel kemeri (kılıç kayışı) kullanılırdı. Bu alışkanlık, Napolyon Savaşları’na kadar sürdü; ancak o zaman tekrar omuz kayışları moda olmaya başladı. “Black Sails”te göğüste çapraz duran kalın kayışlar, tarihsel ayrıntıdan çok kostüm tasarımcısının “güzel durur” diye eklediği bir öğe gibi duruyor.

“Black Sails” dizisi: karakterler arasındaki dövüş
Şimdi de karakterlerin hangi silahlarla dövüştüğüne bakalım. Ellerindeki bıçaklı silahlar gayet normal – 18. yüzyılda yaygın olan deniz hançerleri ya da kısmen kavisli palaları andırıyorlar. Bunların kılıçtan daha kısa, hafif kavisli bıçakları var. Tipik bir süvari kılıcı yaklaşık 1 metre (en az 90 cm) boyundaydı; çünkü hem at üstündeki hem de yerdeki düşmana uzanabilmesi gerekiyordu. Bir gemide bu kadar uzun bir kılıç kullanmak zordur, bu nedenle 60–70 cm bıçak boyuna sahip deniz hançerleri çok daha uygundu. Dizideki silahlar da buna uyuyor.
Öte yandan Flint’in geniş, perçinli deri kemeri daha çok modern fantezi filmlerindeki ya da günümüz metal işçilerindeki kemerleri andırıyor; 18. yüzyılı çok yansıtmıyor. Rakibinin bileklerindeki kalın deri manşetler de benzer şekilde “metal işçisi” estetiğine sahip – gerçek tarihsel ayrıntıdan ziyade görsel tercih gibi.
Flint’in rakibinin giydiği “kazak pantolonu” ve yumuşak deri çizmeler de göze çarpıyor. Yumuşak deri çizmeler Doğu Avrupa’ya özgü bir unsurdu: Polonyalılar, Macarlar, Ukraynalılar, Ruslar yaygın biçimde böyle çizmeler giyiyordu. Batı Avrupa’da 18. yüzyılda, özellikle ilk yarısında, yaygın çizme tipi sert deriden yapılan, diz üstüne kadar uzanan “Hessen çizmeleriydi”.

“Black Sails” dizisi: 18. yüzyıl Hessen çizmeleri
Hessen çizmeleri, çok sert deriden yapılmış yüksek süvari çizmeleriydi. Neredeyse hiç bükülmezlerdi, yalnızca ayak bileğinde biraz kıvrılabilirlerdi. İki temel amaçları vardı: birincisi, ayağı ve bacağı piyade saldırılarına karşı korumak (piyade süngüsü bu tür çizmeleri delmekte zorlanırdı); ikincisi ise at düşerse bacağı kırılmaktan korumak. 18. yüzyılda bir atın altında kalan bacağın kırılması büyük ihtimalle ampütasyon demekti.
Süvariler attan indiklerinde genellikle bu çizmeleri çıkarır ve ayakkabıyla yürürlerdi; çünkü Hessen çizmeleriyle normal yürümek neredeyse imkânsızdı. Bu yüzden 18. yüzyıl başlarında Karayip korsanlarının yumuşak deri çizmelerle dolaşması pek gerçekçi değildir.
O dönemde denizcilerin çoğu güvertede çıplak ayakla yürürdü. Düz deri tabanlar, ıslak ahşap güvertede çok kaygandı. Tabana çivi çakmak mümkün değildi; çünkü bu güverteyi mahvederdi. Güverte sık sık ıslaktı; bu nedenle çıplak ayakla yürümek daha güvenliydi. Tropikal iklimde bu da rahatsız edici sayılmazdı. Subaylar statü gereği ayakkabı giyebilirdi ama bunlar da düz tabanlı, nispeten ince ayakkabılardı – ağır çizmeler değil.
“Black Sails”te karakterler tam bir film dövüşü yapıyorlar: uzun süren, bol akrobatikli, kanlar içinde bir kavga. Kamera, Flint’in rakibinin hançerinin kabzasına bile özel olarak yakın plan giriyor – bu da zeytin biçimli, küçük bir el kalkanı ve el koruması olan tipik bir rapier kabzası.
Kabzaların genellikle bronzdan ya da pirinçten yapılmasının nedeni, ağır olmalarıydı. Böylece uzun bıçağı dengelemiş olursunuz. Hafif kabza, ağır bir bıçağı idare etmeyi zorlaştırır; ağırlık merkezi çok öne kayar. Oysa ağır kabza, bıçağın elinizde daha kolay döndürülmesini sağlar. Gerekirse bu ağır kabzayı rakibin yüzüne ya da başına vurmak için de kullanabilirsiniz.

“Black Sails” dizisi: gemideki savaş
Bu kavga, beklenebileceği gibi Flint’in zaferiyle sonuçlanıyor; Flint rakibini öldürüyor ve tayfa büyük sevinç yaşıyor. Klasik bir gerçeği tekrarlamaya gerek yok: her kovboy filminde dövüşler gerçekte olacağından on kat daha uzun sürer. Gerçekte çoğu durumda iyi yerleştirilmiş tek bir darbe bile ölümcül olabilir. Ama sinemada bu kadar kısa kavga gösterilse, ortada film kalmaz.
Şimdi “Black Sails”in 8. bölümüne atlayalım ve Flint’in bir İspanyol gemisine saldırmaya çalıştığı, ancak gemisindeki isyan girişimi nedeniyle planının yarıda kaldığı sahneye bakalım. Burada Flint’i devirmeye çalışan ve metal çerçeveli gözlük takan karakter dikkat çekiyor. Bu da tamamen normal: bu tarz gözlükler 18. yüzyılda gerçekten yaygındı. Daha 17. yüzyılda Hollanda’da doktorlar numaralı gözlükler reçete etmeye başlamıştı. 18. yüzyılda, orta sınıfa mensup bir erkeğin gözlük takması şehir manzarasının olağan bir parçasıydı.
Elbette gözlük pahalıydı ve sıradan bir köylü kolay kolay alamazdı. Ama şehirli, orta gelirli insanlar arasında gözlük kullanımı yaygındı. Yeşil camlı gözlükler de biliniyordu; gözleri parlak ışıktan koruduğuna ve bazı rahatsızlıklara iyi geldiğine inanılıyordu.

“Black Sails” dizisi: deniz savaşı
Şimdi de “Black Sails”teki deniz savaşına bakalım. Flint’in fikri oldukça gerçekçi: o, İspanyol gemisini iki yandan ateş hattına almak, yani hem baştan hem kıçtan boylamasına ateş altına sokmak istiyor. Aynı anda Flint’in gemisi, filmde sanki tamamen duruyormuş gibi gösteriliyor.
Bir planda gemiyi su altından görüyoruz ve iki halatın deniz dibine giden üçüncü bir halatta birleştiğini fark ediyoruz; orada büyük olasılıkla bir demir (çapa) var. Böyle bir çözüm, akıntısı güçlü bir nehirde mantıklı olabilir, ama denizde gemiyi durdurmak için klasik yöntem, biri baştan, diğeri kıçtan atılan iki demirle gövdeyi sabitlemektir. Sadece baş taraftan atılmış bir demirle gemi rüzgârla çok daha kolay dönebilir. İki demir, özellikle dar limanlarda, geminin daha stabil durmasını ve diğer gemilerle çarpışma riskinin azalmasını sağlar.
Ardından Flint, İspanyol gemisinin kıçına geçip boylamasına ateş açmaya çalışıyor. Bu tür bir ateş, gerçekten de en yıkıcı taktiklerden biridir ve dizide de bu iyi gösteriliyor. Gülleler, zayıf kıç duvarını delip tüm güverte boyunca ilerlediklerinde büyük hasara yol açarlar. Baş tarafta, gülleler geminin yan taraflarına çarpabilir; burada gövdenin eğimli yapısı gülleleri bir ölçüde sektirebilir. Ama kıç duvarı bu kadar korunaklı değildir.

“Black Sails” dizisi: korsanların misket tüfekleri
“Black Sails”te savaş hazırlıkları sırasında misket tüfeklerinin doldurulma sürecini görüyoruz: barut ve kurşunu itmek için kullanılan sürgü çubukları (ramrod) kadraja giriyor. Buradaki tek sorun, bu sürgü çubuklarının metal olması.
Metal sürgü çubukları, geniş ölçekte ancak 18. yüzyılın 1750’lerinden itibaren kullanılmaya başlandı. Prusya kralı Büyük Friedrich, bunları ordusuna soktu ve böylece askerler tüfeklerini daha hızlı doldurabilir hâle geldi. O tarihten önce sürgü çubukları tamamen ahşaptı.
Aynı sahnede bir aborda baltasının keskin kısmını da görüyoruz. Misket tüfekleri, tabancalar, aborda baltaları ve hançerler bu dönemde gayet yaygın silahlardı. Buna karşın ucuz ve basit bir silah olan aborda mızraklarının neredeyse hiç görünmemesi ilginç – oysa bu mızraklar çok sık kullanılıyordu.
Komutanlar düşmanı dürbünle izlerken, İspanyol kaptanın 1790’lar modasına göre giyindiğini görüyoruz: yuvarlak şapka, kabarık ve pudralı saç. 1715–1720 yıllarında böyle giyinilmiyordu. Kostüm tasarımcısının neden böyle bir tercih yaptığı pek anlaşılır değil.

“Black Sails” dizisi: İspanyol gemisi ve bayrağı
Bu arada “Black Sails”teki bir başka tarihsel hata da İspanyol bayrağıyla ilgili. Dizide, üzerinde uçları çıkıntılı, eğik kırmızı bir haç bulunan beyaz bir bayrak görüyoruz. Bu, Burgonya Haçı. İspanyollar, 16. ve 17. yüzyıllarda gerçekten bu bayrağı kullanıyorlardı.
Ancak 1701’de başlayan İspanya Veraset Savaşı, 1713’te sona erdi. Taht için Avusturyalı aday, Burgonya Haçı’nı taşımaya devam etmiş olsa da, sonunda Fransız Bourbon hanedanı kazandı. Bu zaferle birlikte yeni bir İspanyol bayrağı – karmaşık armaya sahip beyaz bir bayrak benimsendi. İspanyol gemileri, 1780’lere kadar bu beyaz armalı bayrakla seyretti. Ancak 1780’lerde bugün hâlâ kullanılan kırmızı-sarı-kırmızı İspanyol bayrağı ortaya çıktı.
Dolayısıyla ilk bölüm 1715’te geçiyorsa, 8. bölümde İspanyol gemisinin hâlâ Burgonya Haçı taşıması tarihsel olarak yanlıştır. Muhtemelen yapımcılar, seyircilerin daha aşina olduğu bir bayrağı tercih etmiştir; çünkü Bourbon armalı beyaz bayrağı çok az kişi tanır. Bunu, senaryoda basit bir replikle bile açıklayabilirlerdi: Genç bir korsan “Kıçta ne bayrağı taşıyor?” diye sorar, yaşlı korsan da “Evlat, artık İspanya’nın yeni bir bayrağı var” derdi.
Daha sonra İspanyol gemisinin kıçına ateş açma girişimini görüyoruz. Bana kalırsa oradaki tahribat, gösterilenden bile daha büyük olmalıydı. Ardından İspanyollar karşılık veriyor: Kamera bize neredeyse üç güverteli bir hat gemisi gösteriyor. Flint’in gemisi ağır darbe alıyor; herkes sağa sola savruluyor ve Flint denize düşüp batmaya başlıyor. Muhtemelen gerçekten ölmeyecektir, ama 8. bölüm finali epey dramatik bitiyor.
“Black Sails”teki geminin dış görünümüne geri dönersek, güvertedeki can halatı dikmelerinin metal olmasından pek hoşlanmadım. O dönemde metal dikmeler yoktu; bu tür yapısal elemanların tamamı ahşaptan yapılıyordu.
Bu arada, Flint’e tabanca doğrultan gözlüklü karakterin görüldüğü o gösterişli sahnede, arka planda namlunun ucuna küçük havan yerleştirilmiş bir silah taşıyan “Taliban’a benzeyen bir adam” fark ediyoruz. Bu, aslında 18. yüzyılda gerçekten kullanılan bir teknoloji: İngiliz ordusunda bir süre kullanılan, namlu ucuna küçük bir kase benzeri hazne takılmış, el bombası atmaya yarayan tüfekler. Tüfek, kurşun olmadan barutla doldurulur, bomba bu hazneye yerleştirilir, atışta fitil ateşlenir ve bomba birkaç yüz metre uçarak patlardı.
İlginç bir ayrıntı, bu silahın sürgü çubuğunun ahşap ve kalın olması; bu tarihsel açıdan doğru. Yani dizide her sürgü çubuğu metal değil. Öte yandan gözlüklü adamın elindeki tabanca, 18. yüzyıl sonu düello tabancalarına benziyor; sapı modern tabancalar gibi güçlü biçimde kıvrık. 18. yüzyıl başı için bu, biraz anakronik kalıyor.

“Black Sails” dizisi: gemideki top
“Black Sails”teki toplar genel olarak gayet iyi yapılmış. Dökme demirden olmaları özellikle takdire değer; zira bronz toplar donanmada oldukça nadirdir. Buna karşılık bu toplar, daha çok kale toplarına benziyor. Arka taraflarına dikkatli bakarsak, ucunda “kaskabel” adı verilen konik bir çıkıntı görüyoruz. 16–17. yüzyıllarda süslü toplarda bu kaskabele dekoratif ipler bağlanabiliyordu.
Gerçek gemi toplarında ise bu pek mantıklı değildir. Deniz toplarının arka kısmında büyük bir halka bulunur; içinden, topu geri tepmeden sonra fazla ileri gitmekten alıkoyan kalın bir halat – breeching rope – geçirilirdi. Örneğin 12 librelik (yaklaşık 6 kg’lık gülle atan) bir top için bu halatın çapı en az 5–6 santimetre olurdu. Halatın iki ucu, gövdenin iç yanlarındaki ağır halkalara bağlanırdı. Bu sayede top, geri tepme sırasında yerinden fırlayıp güvertede “gezmeye” başlamazdı. Fırtınada yerinden kurtulan bir top, gemide her şeyi yıkıp geçebilirdi. Bu yüzden “Black Sails”teki gibi halatı kaskabelin üzerine lasso gibi atıp “tamam, güvendeyiz” demek pek gerçekçi değil.
Genel olarak geri kalan her şey oldukça makul gösterilmiş. Aslında şimdiye kadar saydığım tüm eleştiriler, oldukça iyi çekilmiş bir diziye dair detaylı notlar. Günümüzde tarihî dizilerin çoğu “öylesine” yapıldığını düşünürsek, “Black Sails” bu arka plan üzerinde oldukça olumlu bir izlenim bırakıyor.
Övgüden söz açılmışken, top arabalarının kırmızıya boyanmış olması gerektiğini de vurgulamak isterim. Bu detay tamamen doğrudur. 18. yüzyılda kırmızı renk çok sevilen bir renkti: gemilerin iç bordaları, birçok ağaç parçası, bordadaki şeritler ve top arabaları sık sık kırmızıya boyanırdı.
Sonuçta İspanyol gemisi, Flint’in kurduğu pusuya rağmen kaçmayı başarıyor. Yana dönüp öldürücü bir salvo yapıyor; bu salvo Flint’i denize uçuruyor ve Flint batmaya başlıyor.
Böylece “Black Sails” dizisinin ilk sezonuna dair incelememi tamamlıyorum. Muhtemelen ikinci ve üçüncü sezonlar da bir gün benzer bir tarihî analiz için malzeme sağlayacaktır.
Umarız bu makale size faydalı olmuştur!
Corsairs Legacy - Historical Pirate RPG Simulator projesi hakkında daha fazla bilgi edinin ve oyunu Steam sayfasında istek listenize ekleyin.








